Neden Daha Yaratıcı Olmak Zorundayız…

Neden Daha Yaratıcı Olmak Zorundayız…

Yaratıcılık konusu açıldığında veya yaratıcılık üzerine birşeyler yazıldığında zaman zaman ortaya çıkan bazı standart tepkiler vardır. “Bu anlattığın bizim memlekette iş yapmaz”, “Bizim işin neresinde yaratıcı olacaksın ki” veya doğrudan doğruya “yaratıcılık konusu bizi ilgilendirmez bizim reklamla filan işimiz yok!” İşte size çıktıkları maça 6-0 yenik başlamış takımlar. Teknik direktör böyle düşünürse sahadaki futbolcu ne yapar kimbilir. Oysa her maç rakibe özel bir strateji geliştirmekle, taktik planlar hazırlamakla ve bunları kararlılıkla uygulamakla kazanılır. Yaptığınız işin sıradan olması, sizin de o işi sıradan bir biçimde yapmanızı gerektirmez. Her ne yapıyorsanız yapın, yaptığınız işte daha fazla katma değer yaratacak yolları bulmak sizin elinizdedir. ABD’de ilköğretim çağındaki çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre çocukların çok büyük bölümü, bilgisayarın kendinden daha akıllı olduğunu düşünüyormuş. Yukarıdaki gibi düşünen büyüklerin ruh hali de aslında bundan daha farklı değil. Yaptığı işe bakıp, “bu işte yaratıcılık gerekmiyor” dediğinizde zaten bir makine ile aynı işi yapıyorsunuz demektir. Standart bir makine yalnızca programlandığı işleri yerine getirir ve hareketleri tekrarlar. Daha gelişmiş makineler ise belirli durumlar için kendisine verilmiş algoritmalar içinden en uygununu seçer. Ama aynı durumla karşılaştığında seçimi de aynı olacaktır. Peki ne zamana kadar? Bir insan ona yeni algoritmalar yükleyene kadar… İşte iş yaşamında bir çok kişinin davranış modeli de tam buna benziyor. Programlanmış gibi belirli durumlar karşısında hep aynı tepkileri veriyoruz. Önceden beynimize yazılmış kalıpları tekrarlamak çok kolayımıza geliyor. “Şimdi müşteri A derse benim B hareketini yapmam gerekir” diyoruz ve tüm A isteklerine B hareketiyle karşılık veriyoruz. Zahmet edip de C’leri D’leri veya bunların kombinasyonlarını aklımıza bile getirmiyoruz. Peki ne zamana kadar? Biraz yaratıcı biri çıkıp da A isteği karşısında C yanıtını verene kadar. C’yi gördüğümüzde de beynimizden vurulmuşa dönüp “vay be” diyoruz ve bu sefer de C’nin peşinden gidip hep C’yi tekrarlıyoruz. Tıpkı programlanmış makineler gibi. “Peki bunun ne zararı var? Nasıl olsa birileri düşünüp kafa yoruyor, biz de onlardan görüp yapıyoruz zaten, Sonuçta onun yaptığı da benim yaptığımda aynı oluyor, bunun için kafa yormaya ne gerek var ki?” de diyebilirsiniz. Hemen arada ne fark olduğunuj özetleyelim; aynı iş için sizden daha yaratıcı çözümler geliştiren kişiler, hem piyasanın kurallarını belirler hem de sizden daha çok para kazanır.

Sıradan bir işi sıradan olmayan bir şekilde yapmak! Tekrar altını çizelim, yaptığınız işin basit ya da sofistike olmasının ya da mal veya hizmet üretiyor olmanızın daha yaratıcı olup olmamanızla hiçbir ilgisi yoktur. Pazarlamanın hem üretim, hem tanıtım hem satış, hem de satış sonrası aşamalarında daha yenilikçi ve yaratıcı çözümler ortaya çıkartabilirsiniz.

Mal veya hizmet üretiminde yeni bir ürün veya hizmet geliştirmeniz için mutlaka mucit olmanız gerekmez. Elbette aynı zamanda bir mucitseniz buna söylenecek bir söz yok, zaten herkesten bir adım öndesiniz demektir. Ama mucit olmasanız da üretiminiz için yeni kullanım alanları bulmak veya değişik kullanım alanları için değişik ürünler, hizmetler geliştirmek her zaman elinizdedir.

Geçtiğimiz günlerde benim bu yazıyı yazmama neden olan bir örnekten söz etmek istiyorum. Ofiste çalışırken kapıda sıkça gördüğümüz broşür dağıtıcılarından biri belirdi. Evet bu aralar herkes birbirine el ilanı, broşür dağıtıp satışlarını artırmaya çalışıyor ama bu kapıdaki biraz daha farklıydı. Bir büro makineleri servisinden geliyordu ve her marka büro makinesini tamir edebileceklerini söylüyordu. Sağ elinin işaret parmağını da bana doğru uzatıyordu. “Evet evet” diye başımdan savmaya çalışırken bana doğru uzattığı parmağına baktım, ucunda sarı renkte küçük bir kağıt parçası yapışıktı. Evet bu küçük bir sticker’dı ve gayri ihtiyari adama doğru ben de işaret parmağımı uzatınca parmağındaki küçük kağıt parçasını benim işaret parmağımın ucuna yapıştırıverdi. Adam ofisin kapısından çıkıp gittiğinde ben parmağımın ucunda küçük sarı bir sticker ile kalakalmıştım. Kağıtta Panasonic yetkili servisi olduğu ve telefon numarası yazıyordu. Önümde iki seçenek vardı; parmağıma yapışık sticker’ı ya atacaktım ya da onu ofisteki büro makinelerinden birinin üzerine yapıştıracaktım. Elbette bu harekete duyduğum hayranlık nedeniyle ikincisini yaptım ve Canon marka faksın köşesine sticker’ı yapıştırdım; öyle ya her marka ve model makineyi tamir ediyordu adamlar… İşte son derece yaratıcı bir gerilla pazarlama faaliyeti. Adamların telefon numarasını ya sonsuza kadar faksınızın, printerinizin üzerine yapıştırıyorsunuz ya da çöpe atıyorsunuz. Ama yapıştıranlar için o makine çöpe gidene kadar ilk aranacak telefon numarası haline geliyorsunuz. Bunun bir maliyeti var mı? Eğer aynı telefon bir broşürün üzerinde olsaydı kısa sürede kaybolup giderdi. Peki sticker’ı kağıdından çıkartmadan dağıtsaydı? O zaman da sonu farklı olmazdı, pek az kişi sticker’ı çıkartıp bir yerlere yapıştırırdı. Tanıtılan hizmet ne kadar sıradan fakat pazarlama yöntemi ne kadar etkili değil mi? Üstelik bir o kadar da ucuz… İşte size yakın çevremizden bir yaratıcılık örneği!

Bir başka örneği de geçen aralık ayında İstanbul’a gelen Gerilla Pazarlamanın babası Jay Conrad Levinson’dan aktaralım. Bu örnek de yanılmıyorsam New York’tan. Karşılıklı iki apartman var. Konumları, daire büyüklükleri, daire sayıları, aidatları, bina yaşları, bakımları vs. tüm koşulları birbirine çok yakın iki apartman… Fakat birisi yüzde 50-60 doluluk oranına sahipken diğer apartmanın doluluk oranı yüzde 90’ların altına inmiyor. Yani kiracıların çoğunluğu hep belirli bir apartmanı tercih ediyorlar. Nedeni ise çok basit. Tercih edilen apartmanın garajında kiracıların otomobilleri ücretsiz olarak yıkanıyor. Şimdi bina sahiplerinin kiracılara sunduğu bu hizmetin maliyetini düşünün, bir de karşı apartmandan yüzde 30-40 daha dolu olmanın sağladığı kira gelirini… Bu iki örnekte de verilen hizmetin sıradanlığına karşılık basit fikirlerle pazarlamada nasıl fark yaratılabildiğini görüyoruz. Birincisi pazarlama tanıtımında yaratıcı bir eylem, diğeri müşteri için doğrudan bir değer yaratma…

Önden gidenler ve arkadan gelenler Şimdi bazıları diyecektir ki başka servisler de elinde sticker’la gezer, diğer apartman da iki adam alır arabaları yıkatır, diğerinden bir farkları kalmaz. Kalmaz ama rakiplerin öncelikle bunları fark etmesi, daha sonra bunlara karşı önlem almayı düşünmesi, daha sonra bir karar alması ve o kararı uygulaması gerekecektir. Bu sürecin kesintisiz işlediği varsayılsa bile ilk hareketi yapan daha fazla müşteri ve para kazanmıştır bile. Rakipler onu taklit ettiğinde o elindeki daha fazla para ve müşteriyle bir başka fikir geliştirmeye daha yakın olacaktır. Böylece o hep bir adım önde giderken rakipler onun arkasından gelecektir. Gerilla pazarlama denildiğinde çoğu kez bunun çarpıcı bir görsellik veya sivri bir fikir bulmakla eşdeğer olduğu düşünülüyor. Ancak Levinson’ın da dediği gibi gerilla pazarlama belirli bir aksiyon, bir kerelik bir parlama değil, bir süreçtir ve özellikle de yaratıcılığa dayanan bir süreçtir. Söz pazarlamada yaratıcılıktan açıldı ama döndü dolaştı yine gerilla pazarlamaya geldi. Zira iki kavram da sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Kıssadan hisse ise şu; Türkiye’de parasal sermaye az, bu nedenle para kazanmak istiyorsak, kafamızı çalıştırmak, daha yaratıcı olmak zorundayız…

Yüksekbilgili Eğitim ve Danışmanlık

Neden Daha Yaratıcı Olmak Zorundayız…” hakkında 2 yorum

  1. Gerilla Pazarlama ile ilgili çok hoş bir makale. ‘Sticker’ bunu kolay unutacagımı sanmıyorum. Farklılık çok önemli. Kesinlikle ne iş yaparsanız yapın ve yaptığınız iş ne kadar sıradn olursa olsun, farklı olmayı başarabilirseniz başarıda, (istisnalar hariç) mutlaka arkasından geliyor. Hedeflediğiniz ne ise ona ulaşıyorsunuz. Bu telefon numaranızı bir sticker ile görünür bir yere yapıştırtmak ise de…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir